TAM OLMAKLIK CENNETTE
Hiç vazgeçemedim bu şarkıdan çok kere eşliğinde yazı yazdım bu seferde değişmedi... https://www.youtube.com/watch?v=rM-Msnylawc
Hiç vazgeçemedim bu şarkıdan çok kere eşliğinde yazı yazdım bu seferde değişmedi... https://www.youtube.com/watch?v=rM-Msnylawc
Gönlüm hep yarım tam olmaklık cennette... Bu cümleyi yazmakta yaşamakta
zormuş şimdi anladım. Şimdi anladım gerçekten yaşarken yazmanın bu denli zor
olduğunu.. Şimdi anladım yaşamanın kendine özgül bir ağırlığı olduğunu ve
herkesin kadrince, miktarınca kaldırabildiğini.Yaşadıktan sonra hoş bir sada
kalabilmesi için insanın yaşarken kendini bir adım geriye çekmesi lazımmış...
Bir adım geri onlarca adım ileri demekmiş esasında... Hatta son tahlide öyle
zamanlar var ki durmak ileriye gitmekten daha çok yoğururmuş insanı... Nasıl mı?
Anlatayım, buyrun dinleyin...
Gönlüm hep yarım tam olmaklık cennette, bu cümleyi müstesna bir yere kaldırın
çünkü her şey bu cümlenin farkına varmamla başlamış ama haberim olmamış...
Anlamam senelerime maloldu... Farkına vardığımı anlamam için bile senelere
ihtiyacım varmış... Gerisini varın siz düşünün... Değdi mi? Değmemesi mümkün
mü? Düşünüyorumda kaç bi onlarca senemiz farkına varmadan geçiyor? Sol yanında
yürüdüğümüz ağaç kaç bahar çiçek veriyor ve biz hissetmiyoruz... O çiçek boşuna
açmadı ya orada, kuşlar boşuna en çok seher vaktinde ötmüyor ya? Belkide kuşlar
günün her vakti ötüyor ama biz duymuyoruz. He birde şehrin gürültüsü vardı
değil mi?
Hayatım koşturmaca ile geçti, durduğum olmadı, duramazdım, bir yangın vardı
ben ki topal bir karıncaydım. Nasıl durabilirdim? Hayatım acele ile geçti.
Bunca acelede ecelin beni nasıl olupta hala bulmadığına hayret ediyorum... Hızlı
yaşayanlar hızlı yaşlanırlar, hızlı ölürler, hızlada unutulurlarmış... Bende o
sona doğru gidiyordum, eğer ecel beni bu acelede bulmadıysa belli ki
öğreneceğim varmış... Hızlı yedim, hızlı yürüdüm, hızlı yazdım satırları, hızlı
konuştum... Bir acelede hallettim her şeyimi, saniyeleri bekleyemezken hayat
beni senelerce bekletti... Bir mahpusun
gökyüzüne bakmayı beklemesi gibi bekledim bir çift göze hasret... Hızla
tükettim duyguları, umutsuz sevdaların hayaliyle yandım tutuştum, yağmuruyla
yürüdüğüm asfaltlar, acı dolu tüm sokaklar bile dindirmedi şakaklarımdaki
sancıyı.. Hızla yaşayan hızla ölürmüş, henüz ölmedim demek ki bende yavaşlamayı
öğrendim... Öğrendikçe alışırmış insan...
Öğrendim her kalbe dokunanın ses vermediğini, öğrendim insanı en çok
yanıltanın kalp aynı anda en çok isabet etireninde kalp olduğunu... Hızla
yaşayan kalpler en çok yanılır, yavaşlayan, hayatı özümseyen kalpler en çok
isabet edermiş... İsabet etmeyi bende
öğrendim ki yolun çok başındayım, hayatımın geri kalanı için uzunca bir
yavaşlama planı hazırlamak isteğindeyim... Yavaşlamak, etrafımdaki, sağımdaki,
solumdaki, içimdeki kalplerin farkına vararak yaşamak..."Gözbebeğimin'
farkına vararak, onu duyumsayarak bir ömrü nihayete erdirmek...
Seçimlerimiz belki kaderimiz adına her ne derseniz deyin işte o bizi bir
yere doğru sürüklüyor. Ne kadarının elimizde olduğunun cevabınıda kalbiniz versin...
Ama öyle ama böyle yaşıyoruz işte... Yaşıyorum işte. Yaşamak ayırdına zor
varılacak bir şey.. Tamam tamam hemen kızmayın, sen nerden biliyorsun daha dün
koşturuyordun azıcık yavaşladın diye hemen edebiyatını yapıyorsun diyeceksiniz
bana, doğrudur.. Yavaşlamayı yeni öğreniyorum ben ama unuttuğunuz bir şey var
ben hiç bir şeyi heyecansız yaşayamam. Heyecan yoksa bilin ki ben öldüm.
Edebiyatsızda yapamadım hiç bir zaman, küçük bir çocukkende şimdi de yapamayacağımıda biliyorum.. Seneler süren sessizliğim, durmuşluğum, yazmayışım yavaşlamayı
öğrenmek içindi... Tam bir tarih veremeyeceğim ama yazıpta sahibine
ulaştırmadığım mektup üzerinden seneler geçti, 'Böcekistan' bana bunun için çok
kızsada bir gün bu satırları yazan kalbin mektuplarada barışacağını biliyorum...
Bir ara 2013 sularında yazmaya geri dönmek için bazı adımlarım olsada hiç
biri gerçek bir adıma dönüşmedi, dönüşemedi... Yavaşlamam gerektiğini
anlamıştım ama sahnede yardımcı oyuncular henüz yoktu... Şimdi çok uzak bir ülkenin bir şehrinde, bir
mutfağı bir salonu bir uyuma odasından ibaret bir evde, pencere önündeki
menekşelerimle, köşedeki orkidemle, masamın üzerindeki vuslat güllerimle,
kuşları üzerinde, kurumuş gelin çiçeğimle baş başayız... Arka penceremden
alabildiğine yeşillikle tabiata selam veriyorum her sabah...
Açık perdelerimle yalnızlığa, gurbete, hasrete, ana babaya, dosta
mersiyeler okumanın tam zamanı şimdi.. Beni seven yiğidim, evimin direğiyle
yeni bir hayatın içinde yedi ayı devirmenin sarhoşluğundayım... Son
ayrıldığımızda annem, bu zamana kadar gittim deme asıl şimdi gittim de demişti,
haklıymış... Gözyaşlarını içine ve dahi dayanamayıp yanaklarına akıtan gönlü
pak anamdan ayrılmak bir şehri terketmekten bile zormuş... Bir şehri
terkedersiniz karşınıza başka bir şehir çıkar, bir gönlü terketmeyin yeter
ki... Burada, trafiğin olmadığı,
gökyüzünü daha çok gördüğüm, çevremde yavaşlıklarıyla beni kendilerine hayran
bırakan yeni ailemle, hayatı hazmede hazmede yaşayan eşimle mutluyum...
Mutluluktan ne anladığınız sizin bileceğiniz iş ama benim için
yavaşlamakmış... Şimdi bu yazının başına
dönersek gönlüm hep yarımı daha fazla anlatmama lüzum var mı?
Gönlüm hep yarım, tam olamayacağını artık anladım.. Tamamlamaya çalışmayı
bir kenara bırakıyorum... Tam olmaklık cennette.. Şimdi yaşama ve yazma
zamanı...
3 Temuz 2015 / Essen
Ellerine yüreğine sağlık.Uçlarda yaşayanlar hayatı ağır ve yoğun anlamayı bilmek zorunda kalırlar.. Vasatı bulabilmek uğruna kendilerini yerden yere vururken yaşamın özünden karineler edinirler.. İşte bu tecrubi bilgidir. Çok seyrek saatlerde çok seyrek insandan tebarüz ettirilir.. Selam olsun rahatı aramayana, yarım kalana..
YanıtlaSilYarım kalmak dünyalıların işi yani bizim.(tebessüm)
Sil