KEŞKELERE DAİR KEŞKE
Öyle bir an
gelir ki yazmamak için direnseniz hatta kendi kendinize bir sürü bahane
uydursanız da artık kurtuluş yoktur, hiç bir yere kaçamazsınız, yazmaktan başka
çareniz yoktur. Yazmak bir tutkudur hem de bu hayattaki karşılığı olmayan
tutkulardan bir tanesi… Tutku tutuklardı
değil mi? Ne önemi var ki bir kez kollarına düşmek istesin insan… Kaçıp
kurtulmak mümkün mü? Hem kaçmak isteyen kim? Toprağı arındıran bir Nisan
yağmuru gibi, kalbe düşen ilk kıvılcım gibi…
Bir kez inansın insan, bir kez muhabbet bahçesinden toprak çalsın
insan... Çalmak kötüydü değil mi? Bize öyle öğrettiler… Anlamam zaman aldı ama
bazen insan muhabbet çiçekleri yetiştirmek için Âdem’in cennetinden toprak
çalmalıymış… Âdem’in günahı yasak elmadan yemekse bizimkisi toprak çalmak olsun...
Herkesin günahı aynı olacak değil ya!!!. Hem belki o zaman Adem’in yediği elmayı
da yeniden yeşertebiliriz.? Kim bilebilir ki? Dur ilahiyatçı! Stop! Âdem elma
mı yedi sanki nereden bildin? Çalmak mı dedin? Ne oluyor sana, haydi aklını
kullansana… Hayır, bugün aklımla değil
kalbimle yazmak istiyorum… Âdem bilse başını gelecekleri yer miydi o elmayı? Yerdi… Af kapısına sığınmak için bile olsa o
elmadan yerdi… Yemesi lazımdı… Âdem o elmayı yemeseydi nice olurdu halimiz?
İnsan
aklileştikçe duygulardan azade olurmuş…
Aklileşmek hem iyiymiş hem de kötüymüş…
Mekanik bir dünyaya doğru giderken insan düşünmeden edemiyor. Kâinatı
düşünüyorum son zamanlarda, en çokta çiçekleri… Evimde beslemeye çalıştığım
için belki, en çok menekşeleri ve orkideleri düşünüyorum… Günden güne
çiçekleri solan, dökülmeye doğru giden menekşelerimle her gün yeni yaprak açan orkidelerim… Bir tarafta ölüm bir tarafta yaşam… Tıpkı hayat gibi.. Anlamadan
geçiyor ya seneler? Doğumlara, şenlik içinde geçen yaşamlara şaşırmıyoruz da
birisi öldüğünde fazlaca hayretler içinde kalıyoruz… Ölüme hala alışamadık,
aslında alışmak içinde fazlaca bir şeyde yapmadık… Ölüm hala soğuk, ölüm hala uzak… Keşkelerimiz gibi… Keşkelerimizide ölüme
benzetiyorum.. Hala keşkelerimiz en büyük üzüntü sebeplerimizden, hala
keşkelerimizle dost olamadık, onları olduğu yerde, olduğu şekilde kabul edemedik. Keşkelere dair keşkeler, kendi içinde çelişik
gibi görünse de insanoğlunun en büyük kavgalarından birisi keşkeleriyle barış(a)mamak.
Barış(a)m(a)yınca hayatı kendi kendimize zehir ediyoruz, kendi kendimize yaşanmaz
kılıyoruz ömrümüzü… Nasıl mı oluyor? Buyurun, anlatayım…
Hikâyeyi başa
sarmamız gerekiyor sanırım. Hikâye insanın bin bir türlü süreçlerden geçerek
yaratılmasından başlıyor. Çamurlu su mu dersin balçık mı dersin sade su mu
dersin hangi birinden bahsedeyim, buna benzer başka bir sürü şey… Birçok yerde
ayrıntı vermeyen Kur’an insanın yaratılış süreciyle ilgili böyle ince ayrıntı
vermesi düşünülesi… Nasıl ki insanın yoğurduğu hamurun biri diğeriyle aynı
değilse hepimizin hamuru da başka başka...
Kiminin suyu fazla, kiminin çamuru, kiminin balçığı… Balçık gerçekten
bizim bildiğimiz balçık mı ya da çamur gerçekten bizim zannettiğimiz gibi
çirkef bir şey mi? Sorulmaya değer buluyorum…
Bize kalsaydı
her hamuru hep aynı kıvamda yoğurmak isterdik. Tadı hep o alıştığımız tat olsun
isterdik… Velâkin Tanrı öyle dilemedi… Tanrı öyle murâd etmedi… Biz bilmedik
ama Tanrı bizim tarafımızı tuttu… Düşünsenize bizim hamurumuzdan olsaydı herkes
nasıl olurdu? Bazen kendi kendimize bu kadar zor tahammül ederken bizden
onlarcasına, yüzlercesine, milyonlarcasına nasıl tahammül edecektik? Kendi
içimizden geçenlerin onlarında içinden geçtiğini görünce tiksinmeyecek miydik?
İçimizden geçenler vardı bir de değil mi? Neyse bu başka yazının konusu… İşte
Tanrı böyle istemedi, iyi ki de istemedi… Hikâye burada başlıyor dedik ya
zannımca insanın keşkelerinden ilki hamuruna dair… Hamurundan seçemediklerine
dair... Seçemediğimizi zannettiklerimiz
için keşkelerimiz artıyor… En çok buna yıpranıyoruz ya… İşin tuhaf tarafı insan
bunu çok iyi bilir ama bir türlü itiraf edemez... Kıskançlığın temelinde yatan
sebeplerden birisidir hamurunu beğenmeyiş… Zannederiz ki onun bir tür toprağı
daha fazla olduğu için bu kadar iyi ve ahlaklı… Onun suyu daha fazla olduğu
için bu kadar geçirgen, bu kadar saf, bu kadar temiz… Bir başkasının toprağı bol olduğu için daha
zengin… Bir diğerinin toprağı daha kaliteli olduğu için bu kadar güzel… Ve başlarız hayıflanmaya. Benim toprağım
neden böyle? Balçığım mı fazla sanki? Çamurumun ölçüsünü mü kaçırdı melekler?
Neden ben, neden? … Değiştiremediğimiz her şeyin baş sorumlusu hamurumuzdur,
dilimiz varsa Tanrı’nın bizi yaratırken ayrımcılık yaptığını bile
söyleyeceğiz!!… Bunu diyemiyoruz ya bari melekleri suçlayalım istiyoruz...
Sonra onların emre amade oldukları gerçeğine tosluyoruz…
Hayattaki ilk kabullenişimiz hamurumuza dair
olmalı… Hamurumuz ne kötü karıldı ne de Tanrı ayrımcılık yaptı… Esasen burada
en önemli mevzu hamurumuzun hala karılıyor olduğunu farketmemiz! Her an
yenilenen hücrelerimizle, yaşadıklarımızla, duyduklarımızla, gördüklerimizle ve
bunlardan bize kalanla hamurumuz tekrardan yoğruluyor… Olgunluk boşuna
kırkından sonra gelmiyor ya… Bu yüzden insanın hamuruna dair keşkesi üzüntü
olarak hep yanına kalıyor… Sadece üzüntü olarak kalsa iyi esas hamura dair
keşke kıskançlığın sebebi olarak ortaya çıkıyor… Bir diğerinde tebrik edemediğimiz başarı, onda
gördüğümüz ve dillendiremediğimiz her güzellik, bir ötekinin elinde olup da
sahip olamadığımız için üzüldüğümüz her dünyalık bize keşke dedirtiyor... Hayıflanıyoruz... İçimizden, keşke bende mezun
olsam üniversiteden, onun gibi güzel saçlarım olsaydı ya, benim neden arabam
yok ki… Hamurum daha başarılı karılsaydı keşke, daha zengin çamurdan
yoğrulsaydım ya da…. Bu liste uzayıp gidiyor… Hâlbuki hayrın keşkelerimizden
geçtiğine dair bugüne kadar bir veri bulunamadı hala, üzgünüm sizi
sevindiremeyeceğim…
Keşkenin bu
ilk boyutunun ya üstünü kapatıyoruz ya görmezden geliyoruz ya da onu gizli dostumuz
yaparak hayatımıza devam ediyoruz… Boyuna kıskandığımız başka hayatlardan kendi
hayatımızı yaşamaya fırsat bulamıyoruz… Yaşayamadığımız her anımız keşke olarak
yanımıza zarar kalıyor… Ah meleklerden bir tanıdığımız olsaydı ya…! Keşkenin
ikinci bir boyutu var ki bu daha tehlikeli ve en çok bunu yapıyoruz…
Bir gün
Siniotrial ile keşkelerden konuşurken, indik, indik yorulmak bilmeden,
kendimizle vedalaşarak keşkenin derin dehlizlerine doğru yol aldık… Sonunda
çuvaldızı kendimize batırmak pahasına kararttık gözümüzü… Herkes hayatında en
az bir duygu için bir kereliğine bile olsa karartmaz mı gözünü? Bence karartır…
Neden keşke der ve pişman oluruz bunun üzerinden konuştuk uzunca… Onun iznini
almadım (tebessüm ) ama paylaşacağım genede. Yazıyı okurken görmüş olur,
böylece konuştuklarımız da orada unutulmamış olur...
Keşke deriz ve yaptıklarımızdan pişman oluruz…
Yapmasaydım keşke, demeseydim öyle, öyle davranmasaydım böyle olmazdı… Ah daha
çok çalışsaydım sınavı geçerdim… Daha çok çalışsaydım daha zengin olurdum… Hep
daha daha… Biriktirme üzerinden
gerçekleşir bu keşkeler… Ya da kaybetmeler üzerinden… En çok kaybettiklerimiz
için keşke deriz ve pişman oluruz… Yalan söyleriz, söylediğimiz yalan er geç
ortaya çıkınca, keşke o yalanı söylemeseydim deriz. İnsanların nazarında küçük
düşmüş oluruz… Tembelliğimizden bir işi
bitiremeyiz, zamanında yetiştiremeyiz, patronumuzdan azar yeriz… Keşke
tembellik etmeseydik deriz, itibarımız zedelenmiştir çünkü… Keşke yardıma
ihtiyacı olan arkadaşımıza o kadar yardım etmeseydik, baksana bizden daha
başarılı olmuş… Keşke ona içimizden geçenleri anlatmasaydık şimdi neler
düşünecek hakkımızda… Keşke o günahı işlemeseydik, cennetimiz tehlikeye girer
mi acaba? Keşke dostumuzun açtığı kredileri sonuna kadar tüketmeseydik, ya bize
bir daha dostluk hanesinden oda vermezse? Kaybettiklerimiz, kazanamadıklarımız
hatta ve hatta ilerde kazanamayacağımız ya da kaybedeceklerimiz üzerinden bir
pazarlığa gireriz… Olayın bam teli buradadır işte… Keşke demeye başladığımız an
dünyalığın, bir karşılığı olanın peşine düşmüş oluruz… Yaptığımız
ahlaksızlıkmış, doğru değilmiş, günahmış, hataymış umrumuzda olmaz… Yani keşke
demek tövbenin önündeki en büyük engeldir… Keşke dediği zaman insan yalanına
değil zedelenen itibarına üzülür… Patronundan yediği azar tembelliğinden daha
çok zoruna gider… Cenneti kaybetme korkusuna keşkelenen insan günahına tövbe
edemez… Dostunu tükettiği için keşke diyen insan kaybettiği dosta değil yalnız
kalma korkusuna üzülüyordur…
Keşkelerimiz
arttıkça Tanrının karşısına çıkamaz oluyoruz… Keşkelerimiz arttıkça kendimize
bakamaz oluyoruz… Kaybettiklerimize hayıflandıkça önümüzde ki kaçırıyoruz…
Bugün bir
değişiklik yapalım. İyikide yaşamışım bir daha asla üzmeyeceğim onu diyelim…
İyi ki de o hatayı yapmışım yoksa nasıl büyüyecektim, bu kadarla kurtuldum,
hamdolsun diyelim… Yaptığımıza, hatamıza odaklanalım ve ona tövbe edelim… Haydi, bugün keşkelerimize keşke diyelim ama
bir fark olsun, Tanrının karşısına çıkabilecek bir yüzümüz kalsın, bakışlarında
erdem saklı…
11
Temmuz 2015 / Essen