Mehmedim,
Azizim, yavru kuşum… Yaşasaydı eğer 16 aylık olacaktı…
Çok
özlüyorum onu bazen. Doğmamış küçük oğlumu çok özlüyorum. Görünen varlık
sahasına bile çık(a)mamış bir canlıyı özlemek nasıl bir duygu bilmeden
özlüyorum onu. Mehmet Azizimi en derinimden özlüyorum…
Onun
yaşayamadığım doğumunu özlüyorum. Acaba nasıl olacaktı? Kaç haftalık
doğuracaktım onu. İlk gördüğümde nasıl bağlanacaktım ona? Kime benzeyecekti?
Bana benzer miydi acaba? Babasına benzesin isterdim herhalde. Sonrada bana
biraz.
Onunla
geçireceğimiz yılları özlüyorum. Onun büyüyüp serpileceği günleri görmeyi
özlüyorum. Ve bunu hiç bilemeyecek oluşuma hayıflanıyorum…
…
Asiyem,
Benanım, yavru kuşum…
Kasılmalarım
birden bire başlayıvermişti. Yani günlerdir gelip giden bir şeyler vardı ama
ben onların hiç birinin doğumu başlatacağına inanamıyordum. Bana göre daha
zaman vardı.
Ta
ki Sevde’nin yatağında doğuma hazırlık uykusu uyuyana kadar… Birden uykumun
arasında içimde bir balon patlayıverdi. Önce anlamadım ama bu oydu, bebeğimin
suyu… Sonunda gelmeye karar vermişti, ona kavuşacaktım artık. O kadar saf
berrak ve güzel bir suydu ki sıcacıktı… Demek kuzum bu sıcaklıkta uyuyup
büyüyordu düşüncesi bile içimi gıcıklamaya yetiyordu.
Sonra
eve geldim yanımda Sevde’yle. Eşime haber verdim artık eve gelmeliydi; bebeğimiz,
minik kuşumuz gelmeye karar vermişti. Bir yandan kasılmalarımı karşılıyor diğer
yandan doğum çantamı hazırlıyordum. İmkânı yoktu bu çanta hazır olmadan hiçbir
yere gidemezdim.(tebessüm) Kasılmalarımın şiddeti gittikçe artıyor, geldiğinde
sabit bir pozisyonda kalamıyordum artık. Muhakkak derin derin nefes almalı bu
dalgaları karşılamalıydım. Ara ara Sevde’nin boynuna sarılıyor kendimi boşluğa
bırakıp salınıyordum… Her salınış beni kuzuma bir adım daha yaklaştırıyordu…
Hastaneye
vardığımızda doğum katına çıktık. Artık doğumun tam ortasındaydım… Gittikçe artan bir baskı beni tarifsiz bir
yere götürüyordu... An geliyor rahat bir nefes alıyor an geliyor o basınçla
başa çıkmak için türlü şeyler deniyordum… An oluyor terliyor ayağımdaki terliği
fırlatıyor… An geliyor üşüyor üstüme bir hırka istiyordum. Bazen bir an geliyor
dakikalar bitsin gitsin istiyor bazense garip bir haz alıyordum geçen
dakikalardan… Biliyordum adım adım kuzuma doğru yol aldığımı... Yolun sonunda o
vardı bütün kalbimle inanıyordum…
Kız
mı oğlan mı hiç aklıma gelmiyordu bile. Doğunca görecektim nasıl olsa… Zaman
biran önce geçsin gitsin istiyordum… Ömer’e sarılıyor sokuluyordum ona… O
olmasa ne yapardım ben? Biran olsun beni yalnız bırakmayan yol arkadaşım…
Ellerimi tutuyor, masaj yapıyor, aklına gelen her güzel şeyi bana söylüyordu...
Sen çok güçlüsün Fatimam, başaracaksın diyordu... Dalgaları beraber
karşılıyorduk adeta… Ebelerin ısrarına rağmen ağrı kesici istemiyor bütün
yaşamam gereken ne varsa yaşamak istiyordum. Ben buna hazırdım… Aylarca bu anı
beklemiştim herhangi bir ağrı kesici ya da başka bir şeyle doğumun büyüsünü
bozmak istemiyordum… Su içtim sanki bir ara ama tam hatırlayamıyorum…
Birde
ağzıma şekerli bir şeyler atsam diye geçiriyordum içimden… Lakin hiçbir şey
bulamıyordum çünkü hiç beklemediğim biranda başlamıştı doğumum. Bu denli hazırlıksızdım
madden… Olsundu ben yavruma aylarca kalbimin en güzel odasını hazırlamıştım
diğer şeyler olmasa da olurdu...
Sonra
doğum masası… Hazırdım ama sanki hazır değildim… Hatırlamak istemediğim bazı
anlar…
Allah’ım
o nasıl güçlü bir baskıydı… Geliyor, gidiyor ve her nefeste, her ıkınmada beni
kuzuma yaklaştırıyordu… Saniyeler dakika, dakikalar saat olmuştu… Sanki uzun
bir zamandır oradaydım… O masada… Hâlbuki hastaneye geleli yalnızca iki saati
birazcık geçmişti… Bitsin artık göreyim kavuşayım kuzuma diye geçiriyordum
içimden… Sadece kadına verilen bu emanet ne ağırdı Tanrım… Tabii olarak dünyaya
teşrifi de o kadar kolay olmayacaktı…
Geçti,
geçmez zannettiğim dakikalar... 2 saat sonra daha… Bir ara 00.11 i geçtiğini
hatırlıyorum… Sonra derin upuzun bir çığlık... Sonra ne olduğunu hatırlayamadığım
bir an… Sonra bebeğim… Minik kuşum… Her şeyin bıçak kesiği gibi bittiği o an…
Hiç bir acı, sancı, kasılma ve sızının kalmadığı o an… Derin bir nefes alma
hissi, göğsümü dolduran kuş hafifliği…
Miniğim
oradaydı… Sağ tarafı üzerine uzanmış, doğum masasında yatıyordu... Sanki hala
içerde gibi uyuyordu… Gördüğüm ilk anda ilk hissettiğim şey ne kadar güzel
olduğuydu… Çünkü o kadar güzel o kadar güzeldi ki... Kelimeler bunu tarif edebilir
miydi? Bir ressama çiz desek ya da? Böylesine bir güzelliği ben ömrü hayatımca
ne görmüş ne duymuş ne şahit olmuştum… Saf, duru, akça, pakça bir kuzu… Saniyenin
onda biri hızında kalbimden, gözlerimden, aklımdan on yüz milyon tane sevgi
ağacı fışkırıyordu ve sanki gökten aşkı ansızın indirivermişti melekler… O
nasıl sakin ve dupduru bir güzellikti Allah’ım... O ne masumiyet… Hiç ağlamadı
fındık farem… Ve birden birkaç saniye sonra fark ediyorum ve bağırıyorum
karanlık gecede sevinçle, aşkla, ‘O bir kız, o bir kız’... Bir an önce kucağıma
almak istiyorum onu sarmak sarmalamak. Kalbimin çarpıntısı var birde… Her şey,
bütün sancı, hayal kırıklığı, kırgınlık hepsi birden buhar oluveriyor… Artık
sadece ‘O’ var… Asiyem Benanım, yavru kuşum, minik kuzum, küçümen sevdiceğim…
Sözcüklerimin
kifayetsiz kaldığını biliyorum… Çünkü bu anlatılabilen değil ancak
yaşanılabilen bir şey... Sonra birbirine karışan kablolar... Üzerimdekileri
parçalama isteği… Göğsümde yatan ve alıp verdiği nefesini hissettiğim kuzum…
Ona kavuşmak için neden aylarca beklediğimizi anlıyorum... Öyle güzel öyle
güzelki… Allah’ım sana nasıl Hamd etsem bilmiyorum… Bu nimetin şükrünü nasıl
versem bilmiyorum…
Sonrası
boşluk… Sonrası sonsuz Hamd... Sonrası Asiye Benan…
Ve
ben ilk kez o kapıdan giriyorum ve annelik sıfatını kalbime bir nişan gibi takıyorum...
Kalbime takılmış en güzel sıfat…
12 Ocak Cuma