18 Ocak 2018 Perşembe

İKİ CAN BİR DOĞUM…



      
Mehmedim, Azizim, yavru kuşum… Yaşasaydı eğer 16 aylık olacaktı…
Çok özlüyorum onu bazen. Doğmamış küçük oğlumu çok özlüyorum. Görünen varlık sahasına bile çık(a)mamış bir canlıyı özlemek nasıl bir duygu bilmeden özlüyorum onu. Mehmet Azizimi en derinimden özlüyorum…
Onun yaşayamadığım doğumunu özlüyorum. Acaba nasıl olacaktı? Kaç haftalık doğuracaktım onu. İlk gördüğümde nasıl bağlanacaktım ona? Kime benzeyecekti? Bana benzer miydi acaba? Babasına benzesin isterdim herhalde. Sonrada bana biraz.
Onunla geçireceğimiz yılları özlüyorum. Onun büyüyüp serpileceği günleri görmeyi özlüyorum. Ve bunu hiç bilemeyecek oluşuma hayıflanıyorum…
       
Asiyem, Benanım, yavru kuşum…
Kasılmalarım birden bire başlayıvermişti. Yani günlerdir gelip giden bir şeyler vardı ama ben onların hiç birinin doğumu başlatacağına inanamıyordum. Bana göre daha zaman vardı.
Ta ki Sevde’nin yatağında doğuma hazırlık uykusu uyuyana kadar… Birden uykumun arasında içimde bir balon patlayıverdi. Önce anlamadım ama bu oydu, bebeğimin suyu… Sonunda gelmeye karar vermişti, ona kavuşacaktım artık. O kadar saf berrak ve güzel bir suydu ki sıcacıktı… Demek kuzum bu sıcaklıkta uyuyup büyüyordu düşüncesi bile içimi gıcıklamaya yetiyordu.
Sonra eve geldim yanımda Sevde’yle. Eşime haber verdim artık eve gelmeliydi; bebeğimiz, minik kuşumuz gelmeye karar vermişti. Bir yandan kasılmalarımı karşılıyor diğer yandan doğum çantamı hazırlıyordum. İmkânı yoktu bu çanta hazır olmadan hiçbir yere gidemezdim.(tebessüm) Kasılmalarımın şiddeti gittikçe artıyor, geldiğinde sabit bir pozisyonda kalamıyordum artık. Muhakkak derin derin nefes almalı bu dalgaları karşılamalıydım. Ara ara Sevde’nin boynuna sarılıyor kendimi boşluğa bırakıp salınıyordum… Her salınış beni kuzuma bir adım daha yaklaştırıyordu…
Hastaneye vardığımızda doğum katına çıktık. Artık doğumun tam ortasındaydım…  Gittikçe artan bir baskı beni tarifsiz bir yere götürüyordu... An geliyor rahat bir nefes alıyor an geliyor o basınçla başa çıkmak için türlü şeyler deniyordum… An oluyor terliyor ayağımdaki terliği fırlatıyor… An geliyor üşüyor üstüme bir hırka istiyordum. Bazen bir an geliyor dakikalar bitsin gitsin istiyor bazense garip bir haz alıyordum geçen dakikalardan… Biliyordum adım adım kuzuma doğru yol aldığımı... Yolun sonunda o vardı bütün kalbimle inanıyordum…
Kız mı oğlan mı hiç aklıma gelmiyordu bile. Doğunca görecektim nasıl olsa… Zaman biran önce geçsin gitsin istiyordum… Ömer’e sarılıyor sokuluyordum ona… O olmasa ne yapardım ben? Biran olsun beni yalnız bırakmayan yol arkadaşım… Ellerimi tutuyor, masaj yapıyor, aklına gelen her güzel şeyi bana söylüyordu... Sen çok güçlüsün Fatimam, başaracaksın diyordu... Dalgaları beraber karşılıyorduk adeta… Ebelerin ısrarına rağmen ağrı kesici istemiyor bütün yaşamam gereken ne varsa yaşamak istiyordum. Ben buna hazırdım… Aylarca bu anı beklemiştim herhangi bir ağrı kesici ya da başka bir şeyle doğumun büyüsünü bozmak istemiyordum… Su içtim sanki bir ara ama tam hatırlayamıyorum…
Birde ağzıma şekerli bir şeyler atsam diye geçiriyordum içimden… Lakin hiçbir şey bulamıyordum çünkü hiç beklemediğim biranda başlamıştı doğumum. Bu denli hazırlıksızdım madden… Olsundu ben yavruma aylarca kalbimin en güzel odasını hazırlamıştım diğer şeyler olmasa da olurdu...
Sonra doğum masası… Hazırdım ama sanki hazır değildim… Hatırlamak istemediğim bazı anlar…
Allah’ım o nasıl güçlü bir baskıydı… Geliyor, gidiyor ve her nefeste, her ıkınmada beni kuzuma yaklaştırıyordu… Saniyeler dakika, dakikalar saat olmuştu… Sanki uzun bir zamandır oradaydım… O masada… Hâlbuki hastaneye geleli yalnızca iki saati birazcık geçmişti… Bitsin artık göreyim kavuşayım kuzuma diye geçiriyordum içimden… Sadece kadına verilen bu emanet ne ağırdı Tanrım… Tabii olarak dünyaya teşrifi de o kadar kolay olmayacaktı…
Geçti, geçmez zannettiğim dakikalar... 2 saat sonra daha… Bir ara 00.11 i geçtiğini hatırlıyorum… Sonra derin upuzun bir çığlık... Sonra ne olduğunu hatırlayamadığım bir an… Sonra bebeğim… Minik kuşum… Her şeyin bıçak kesiği gibi bittiği o an… Hiç bir acı, sancı, kasılma ve sızının kalmadığı o an… Derin bir nefes alma hissi, göğsümü dolduran kuş hafifliği…
Miniğim oradaydı… Sağ tarafı üzerine uzanmış, doğum masasında yatıyordu... Sanki hala içerde gibi uyuyordu… Gördüğüm ilk anda ilk hissettiğim şey ne kadar güzel olduğuydu… Çünkü o kadar güzel o kadar güzeldi ki... Kelimeler bunu tarif edebilir miydi? Bir ressama çiz desek ya da? Böylesine bir güzelliği ben ömrü hayatımca ne görmüş ne duymuş ne şahit olmuştum… Saf, duru, akça, pakça bir kuzu… Saniyenin onda biri hızında kalbimden, gözlerimden, aklımdan on yüz milyon tane sevgi ağacı fışkırıyordu ve sanki gökten aşkı ansızın indirivermişti melekler… O nasıl sakin ve dupduru bir güzellikti Allah’ım... O ne masumiyet… Hiç ağlamadı fındık farem… Ve birden birkaç saniye sonra fark ediyorum ve bağırıyorum karanlık gecede sevinçle, aşkla, ‘O bir kız, o bir kız’... Bir an önce kucağıma almak istiyorum onu sarmak sarmalamak. Kalbimin çarpıntısı var birde… Her şey, bütün sancı, hayal kırıklığı, kırgınlık hepsi birden buhar oluveriyor… Artık sadece ‘O’ var… Asiyem Benanım, yavru kuşum, minik kuzum, küçümen sevdiceğim…
Sözcüklerimin kifayetsiz kaldığını biliyorum… Çünkü bu anlatılabilen değil ancak yaşanılabilen bir şey... Sonra birbirine karışan kablolar... Üzerimdekileri parçalama isteği… Göğsümde yatan ve alıp verdiği nefesini hissettiğim kuzum… Ona kavuşmak için neden aylarca beklediğimizi anlıyorum... Öyle güzel öyle güzelki… Allah’ım sana nasıl Hamd etsem bilmiyorum… Bu nimetin şükrünü nasıl versem bilmiyorum…
Sonrası boşluk… Sonrası sonsuz Hamd... Sonrası Asiye Benan…
Ve ben ilk kez o kapıdan giriyorum ve annelik sıfatını kalbime bir nişan gibi takıyorum... Kalbime takılmış en güzel sıfat…
                                                        12 Ocak Cuma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder