Kendisiyle
aynı çağın son yarım yüzyılında yaşamış olmaktan onur duyduğum birkaç isimden
birisidir O… Tanışıklığımız aile içerisinde birkaç kez işittiğim, dimağıma yer
etmiş bir hatıraya tekâbül eder. Parmağında evlilik yüzüğü olmayan bir kadının hatırasıdır
bu. Annemin... Bir gün evin beyi sorar: “Hanım, falan yerde bir savaş var.
Müslümanlar ölüyor, birde onların bir komutanı var ki Allah ondan razı olsun.
Yardım götürülecek, neyin var?” Kimdi bu komutan? O zaman adını bilmiyordum… Anlatılana
göre evin hanımı sesini çıkarmaz zatende konuşmayı pek sevmez. Kulağındaki
küpesini, parmağındaki alyansını tereddüt etmeksizin verir... O boşluk yaklaşık
24 sene sonra dolacaktır... Binde bir sessiz harflerle anlatılan bu anı beni
derinden sarsmıştır…
Sene
2003, o komutanın cenaze töreni için ekrana kilitlenmiş yüzbinlerce insandan
biriydim bende… Aklımda isimsiz kalmış bu komutanın adını öğenmenin zamanı
gelmişti artık. O, Yasemin teyzenin bir dersinde ‘Bilge Kral’ lakabıyla bize
anlattığı Aliya İzzet Begoviç’ti… O bir devlet başkanı, bir entelektüel, bir
komutan ve en nihâyetinde çocuklarının göz bebeği olan bir babaydı...
Gerçekten
tanışmamız için benim biraz büyümem gerekiyordu ve ben büyüdüm. Önce Bosna savaşıyla
tanıştım. Belgeseldeki teyzenin anlattıklarını dinlerken inanasım gelmiyordu
yaşananlara… Böyle bir katliam nasıl olabilirdi? Tüm tanıdıklarını savaşta
kaybetmiş teyzenin yerine koyamadım kendimi çünkü o zaman kaybetmek nedir
bilmiyordum. Her sene yenisi bulunan toplu mezarları ekrandan izlerken içimde
batı insanlığının cenaze namazı kılınıyordu... Kırlara çıktığımda mavi
kelebeğin izini sürdüm kendi topraklarımda ama yoktu…
Lisede
bir gün elime babamın kitaplığından Doğu ve Batı Arasında İslâm’ı aldım. Anlamadan sayfalarca ilerledim ama
nafile. Biraz daha geçince kabullendim
demek ki daha zamanı vardı. Sonra ‘Konuşmaları’ okudum. Sağdan soldan bir ileri
iki geri. Ondan da nasibim kabım kadardı. Hayatında hiç canlı savaş görmemiş
birisi, asker olmamış birisi ne kadar anlarsa o kadar anladım.
Üniversiteye
geçtim. Aklımın bir köşesinde hep Aliya. “Bilge kralı okumalı, bir gün muhakkak
okumalı…” Bende sayıklamaya dönüşmüştü. Bana bu kadar yakın yüzyılda yaşamış bu insanı
mutlaka okumalıydım. Lakin gene okuyamadım. Nedense O’nun toprağına ayak basmadan,
onun hikâyesini kendi gökyüzünden dinlemeden yazdıklarını okuyasım gelmedi.
Önce mezarını ziyaret etmeliydim. Arkadaşlarla Bosna’ya gitmeye karar verdik. Öğrenci
işi. 50 Tl’ye gidiş dönüş uçak bileti bulmuştum bundan âla teklif mi olurdu?
Olmazdı elbet. Bütün plan hazır, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşüz.
5 kişinin bütün bilgilerini internet üzerinden girmişiz. En son bileti satın al
tuşundayız. İçimizden biri acaba oraya sık giden ‘falan abiye’ bir danışsa
mıydık diye bir fikir ortaya attı… Kendimi İsa’ya ihanet eden havarilerin
içinde gibi hissetmiştim. Oraya hep giden ve benim asla affetmeyeceğim abi, “ Mart ayı Bosna karlı olur. Bosnayı gezmek
için pek uygun bir zaman değil. Siz
Mayıs’ta gidin” dedi. Sanki senenin 12 ayı bize kucak açmış, şartlarımı size
uydururum diyordu ve bizim haberimiz yoktu. Velhasılı kelam ben dışındaki bütün
arkadaşlar mırın kırın etti ve biz o son tuşa bas(a)madık. Şimdiki aklım
olsaydı onlara hilaf o tuşa basardım.(tebessüm) Kızdım çokça, küfür edesim
geldi, sustum. O zamanlar edepli küfür etmeyi bilmiyordum…
Böylece
önüme çıkan engellerden sebep Aliya hocamızla tanışmak 2017 Mayıs ayına kaldı.
Serdim önüme okumadığım 3 kitabını. ‘Özgürlüğe Kaçışım’(Senacım gerçekten
kitabı alırken senin olduğunu bilmiyordum), ‘Tarihe Tanıklığım’(Babamın
kütüphanesinden mirasladığım), ‘Doğu ve Batı Arasında İslâm’ (Garip Hocadan.
Kendisinin henüz farkına vardığını zannetmiyorum. O farkedene kadar belki
vicdana gelir, okuduktan sonra yerine koyarım.)
Mayıs
ayını Aliya’yı okuma, anlama ve onun düşüncelerine eğilme ayı ilan ediyorum. Özgürlüğe
Kaçışımı sondan okumaya başladım. Bazen böyle sondan başlarım. Hiçbir zaman
sonuç en önce gelmemiştir benim için. Sonunu bildiğim halde hikâyesi sarar
beni. Değil midir ki yaşanmışlıklar sonuçlarından daha önceliklidir? Sondan
başladım çünkü sonuna zindanda çocuklarıyla yaklaşık 6 yıl boyunca yazıştıkları
mektuplarını koymuşlar… Sondan başladım çünkü orası kalbime dokunuyordu. Selam
olsun Bakir’e, Leyla’ya, Sabina’ya… O zaman çocuklarından birkaç alıntıyla
bitirelim. “Eksik olan tek şey senin bizimle olman.” Sabina. “ İnsanlar bazen unutuyorlar ve bazı şeylerin
farkına varmıyorlar. Mesela müdür, seni görmek için ta Neum’dan geldiğimi ve
yoldaş Tijanik’ten müsaade aldığımın farkında değil. Hırsızlık yapan, adam
öldüren diğer tutuklular serbestçe ziyaretçileriyle görüşebilirken, zaman zaman
evlerine gidebilirken, Foça’da gezintiye çıkabilirken, senin sadece söylediğin
ve yazdığın bir şeyler yüzünden hapiste olduğunu unutuyor. Ama olan oldu. Umarım
bütün bunlar yüzünden hayal kırıklığına uğramamışsındır. Özelikle de benim boş
yere yaptığım yolculuk yüzünden. Bu yolculuğu senin için her gün iki kere
yapabilirim.“ Bakir. “Sen ve ben güzel bir sohbet yapmayalı uzun bir zaman
oldu. Bu yıllar bunu bizden alıp götürdü. Bana bazen öyle geliyor ki sadece
babam beni gerçekten dinleyebilir, benim küçük ve ilk bakışta önemsiz gibi
görünen kaygılarımı ve duygularımı sadece o anlayabilir. Kendimi genellikle
babamın her şeye rağmen hayatta ve sağlıklı olduğu, hâlâ bir babam bulunduğu
gerçeğiyle teselli ediyorum.” Leyla
/Essen
/Almanya /5 mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder